BOSNA BİR OKULDUR İBRETLE BAKANA
Türk Dil Kurumu ve Türkiye Gençlik Kulüpleri Konfederasyonunun ortaklaşa düzenlediği biz aynı hikâyenin çocuklarıyız adlı proje için 5 gün Bosna’da kaldık. İki gün boyunca genç Türkologlarla dil sempozyumu yaptık. Ardından şehrin Osmanlıya tanıklık eden mekânlarını gezdik. Sonrasında 1992 ve 1995 yılları arasında süren savaşta şehit düşenlerin mezarlarını ziyaret ettik ve fatiha okuduk. Efsane komutan Aliya’yı ziyaret etmemek olur mu? Kabri başında hazır bulunduk Bilge Kralın. Şehrin her yanı 25 sene geçmesine rağmen savaşın izlerini taşıyor. İçimiz buruk fakat gelinen nokta bizi biraz daha rahatlatıyor. Artık birçok alanda üstünlük Boşnakların elinde. Tabi bunda yine en büyük pay Anavatan Türkiye’nin.
Bosna, Hak ile batılın sıfır noktasıdır. Hak Medeniyeti en son Osmanlı Devleti aracılığı ile Bosna ve civarına hâkim olarak bu topraklara hakkı ve adaleti getirmiştir.
ile doğu arasına bir sınır çizildiğinde Bosna doğunun temsilcisi ve ruhu olarak görevini devam ettirir. İngiliz Lortlar Kamarasında söylenen şu sözler çok dikkat çekicidir. İngiltere’nin yani Batının doğal sınırları Bosna ile başlar. Bu ne demektir. Yani Osmanlı Bosna’dan sonra başlıyor demektir.
İşte 1389 Bosna’nın garip ama şerefli hikâyesinin başladığı tarihtir. Boşnaklar bu tarihte, Osmanlının yani Müslüman Türklerin hizmetine giren tek Slav ırkı oldular. Avrupa, bu tarihten itibaren Boşnaklara ‘Avrupa’da İslam’ı yayan Türkler’ lakabını vermiştir. Yani Boşnaklara karşı net tavrını artık ortaya koymuş ve Boşnakları o günden sonra Türk kabul ettiğini ilan etmiştir.
Ayrıca Bosna 1. Dünya Savaşının da resmen bitmediğinin son tanıklarındandır. Bosna’da 1992’de başlayan ve 1995 e kadar devam eden savaş, Batının gerçek yüzünü göstermiştir. Batının ne denli sahtekâr, ikiyüzlü olduğunu gösteren ve tarihe canları namusları ve bedenleriyle kayıt düşen Bosna sözde özgürlükçü, demokrat ve çağdaş batının avcunda üç yıl can çekişmiştir.
Tam üç yıl boyunca hiçbir silahı olmayan Boşnaklar, BM ve NATO nun Sırp ve Hırvatların ellerine verdikleri silahlarla katledildiler. O kadar ki ölüme alıştılar. Fakat alışamadıkları bir şey vardı ki insanın kanını donduran vahşet ve her gün defalarca yaşanan tecavüzler.
Elbette Sırp ve Hırvat vahşetinden sadece Boşnaklar değil, tarih, doğa, şehirler, vicdan ve insanlıktı tabi nasibini alan. Tam da atalarına yakışır bir şekilde her yeri yakıp yıktılar.Çünkü onlar vur ve öldür medeniyetindendi. Boşnaklar ise sadece oku medeniyetinin temsilcileriydi.
Peki, Avrupa’nın ortasında yaşanan bu vahşet sizce dünya da nasıl tepki aldı. Dile kolay öldürülen 200 bin insan, tecavüze uğrayan binlerce kadın, yetim kalan yüzbinlerce çocuk, sakat kalan, yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kalan bir o kadar da masum insan. Bütün bunlar yaşanırken Boşnaklar Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyine verdikleri dilekçe ile insani yardımla alakalı ambargonun kaldırılmasını talep ettiler. Fakat ABD, Rusya ve İngiltere gibi modern ve demokratik oldukları iddiasında olan devletler bu insani talebe kulak tıkayarak, ambargonun kaldırılmasına ret verdiler.
Ahh ah birde sen yok musun Srebrenitsa! Batının ne kadar güvenilmez bir medeniyet olduğunun en büyük kanıtlardan biri de Potocari kampı! NATO burayı güvenli bölge ilan etmiş ve silahsızlandırmış. Askerlerini de bu bölgeye yerleştirmiş. Boşnaklar da güvenli bölge ilan edilen yere kadın, yaşlı, çocuk sığınmışlar. Srebrenitsa’da bulunan Potocari kampına gelerek dünya tarihinin en büyük ve en acı katliamlarından biri yapılıyor. Peki bu sırada orada bulunan BM Barış Gücü Komutanı ne yapıyor dersiniz? Fransız General Bernard Janvier ve Hollandalı Askeri Birliği Komutanı General Tom Karremans, güvenli bölge bombalanırken kıllarını bile kıpırdatmadı. Sonrasında Rodka Miladiçin BM Güvenlik Kampındaki sığınmacıları istemesi üzerine büyük bir kıyamet koptu. Tam 20 bin masum insan bir anda Barış Gücü Askerlerine yalvardı bu canilere. Ama nafile. Genlerinde milyonlarca insanın kanını taşıyan Hollandalı ve Fransız askerler tam 20 bin masumu katletmeleri için Sırplara teslim ettiler.
Bilge Kral Aliya durumu şu şekilde ifade ediyor:’ Peki, o gün orada neler oldu? Size söylemiştim, bize yapılan her şeyi affedebiliriz ama kadınlarımıza ve çocuklarımıza yapılanları asla affetmeyeceğiz. Dokuz yaşında henüz ergenliğe girmemiş bir erkek çocuğu düşünün. Yanında annesi var. Sırp askerler, çocuğun kafasına silah dayıyorlar ve ondan çırılçıplak soydukları kadına yani annesine tecavüz etmesini istiyorlar. Sonunda askerlerin istediğini yapamayınca kafasına yediği tek kurşunla ölüyor. Bu sırada Hollandalı Barış Gücü askerleri kulaklıkla müzik dinliyorlar. Bir kadın, kucağında beş yaşında kız çocuğu. İki asker, kızı annesinin kucağından indirmeden kadının ellerini ve bacaklarını iki yana açıp üçüncü bir askerin tecavüzüne yardım ediyor. Bu sırada Birleşmiş Milletler komutanı, askerlerin önderi Mladiç'le aynı masada bira içiyor. Bir bebek. Kampın etrafındaki binlerce insan gibi ağlıyor. Sesi, askerleri rahatsız etmiş. Annesine “Kes şunun sesini!” diye bağırıyorlar. Kadın bebeğini sarıp sarmalıyor, susturmaya çalışıyor ama başaramıyor. Asker “Sen susturamazsan ben sustururum.” deyip elindeki çakıyla bebeğin dilini kesip yere atıyor. Boşnakların içinde herhangi biriyim. O gün bütün Avrupa bizi yapayalnız bıraktı. Üç gün içinde sekiz bin vatandaşımızı katlettiler ve toplu mezarlara gömdüler. Binlerce kadınımıza tecavüz ettiler. Binlerce çocuğumuzu yetim bıraktılar. Mezarlarını bulamadığımız kaç kardeşimiz daha var, bilmiyoruz. Önce, hepsini sıraya dizip tek tek öldürmeye başlamışlar. Elinize kazma kürek verildiğini, bir çukur kazdırıldığını, sonra kafanıza bir kurşun sıkıldığını düşünün. Biraz zaman geçince işin çok uzun süreceğini anlıyorlar. Bu kez yirmili, otuzlu, kırklı gruplar hâlinde daha büyük çukurlar kazdırıyorlar. Vatandaşlarımızı bu kuyuların içine atıp üstlerine kurşun yağdırıyorlar. Bu kez de çok fazla mermi harcandığını anlayıp başka bir yola başvuruyorlar. Çukurlara doldurulan kardeşlerimizin üstüne bomba atıp onları paramparça ediyorlar. Onların mezarını biz bulmadık. Kelebekler buldu. Mavi kelebekler. Sadece toplu mezarların olduğu yerde biten bir çeşit bitkiyle beslendikleri için bazı bölgelere kümelendiklerini anladık. Nerede mavi kelebek gördüysek orayı kazdık. Binlerce şehidimizi çıkarıp Potocari'deki şehitliğe defnettik.’
İşte, Batının gerçek yüzü! Bir kez daha Bosna, aynı hüzün, aynı acı. 13 yaşında, Samsunda Bosna kutlu direnişine katkı sağlamak için gönüllü olarak çalıştığım kermesleri getirdi hatrıma. Herkes büyük bir gayretle kermesler açıyor ve Bosna’ya yardım topluyordu. Toplanan yardımlarla rahmetli hocamız Necmettin Erbakan Bosna’ya silah fabrikası kurdurdu. Çünkü ona göre Batının koymuş olduğu ambargo Bosna’ya değil, İslâm’a koyulmuştu. Ve inananlar kardeşlerine sahip çıkmalıydı.
Yaşananlar gösteriyor ki, Bosna meselesi bir kriz, ardından bir savaş ve her şeyin ötesinde bir katliama dönüşerek bir dram haline gelmiştir. Bu dram karşısındaki direnişlerini Aliya şu sözleriyle ifade ediyor. “Dünyayı sömürgeleştirmek isteyen, bunun için bazen dini, bazen dili, bazen ırkı, bazen mezhebi kullanan işgalcilere karşı; insanlığı, kardeşliği ve bir arada yaşama idealini korumak için direndik.” Aliya’nın bir ideali vardı. Adı Bosna’ydı. Şimdi karşımızda o mucizevi ve onurlu direnişiyle duran, Avrupa’da İslam’ın miğferi olan Bosna.
Bugün Aliya’nın idealine ortak olmak, kardeşliği ve bir arada yaşama idealini sürdürmek, özlem dolu gözlere bir selam vermekti niyetimiz. Erbakan Hocamıza emanet edilen, ecdadın bakiyesi olan bu topraklarda “Biz aynı hikayenin çocuklarıyız.” diyebilmekti. Hikayelerini dinlemekti. Dedik ya Bosna bir okuldur ibretle bakana!
Bilal OKUDAN
-
DEVLETLEŞEN STK ve CEMAATLER
-
DEĞİŞTİK, GELİŞTİK, DÖNÜŞTÜK !
-
MÜLTECİLER
-
İRAN, AFGANİSTAN ve PAKİSTAN
-
MİLLETVEKİLİ MAAŞLARI ve BÜROKRATLAR
-
ABD-İNGİLTERE-TÜRKİYE
-
ÇOCUK ÖLÜMLERİ
-
SON SEÇİM !
-
ABD ve SAVAŞ
-
ARADA KALANLAR
-
TEDAVÜLDEN KALKAN DEĞERLER, MEFHUMUNU KAYBEDEN KELİMELER
-
YARDIM TOPLAMA KURULUŞLARINDAN (SİSTEM KURAN KURULUŞLARA)
-
DAVA ADAMLARINA VEFA
-
28 ŞUBAT DAVASI
-
SOKAK, EYLEM, DAVA !